Palenque!!

Kölelik dönemi hakkında Holywood'un bize iteledikleri ve ufak tefek tarih kitapları dışında pek bir fikrimiz olmuyor genellikle. Birkaç film üzerinden gideceğim ki genel bakış-görüş açıklık kazansın.

Birincisi Amazing Grace. İngiliz esnaf takımından Wilbur abimizin hikayesi. Ömrünü köleliğin kaldırılmasında adamış. Sonunda da İngiliz Parlementosundan bunu geçirmeyi başarmış. Filmde abimizin bütün çabaları, bütün fedakarlıkları güzelce gözler önüne seriliyor. Sadece o mu? Tövbe etmiş bir köle gemisi kaptanının tanıklığının da çok yardımı dokunuyor mücadeleye. Peki bu zenciler nerede? Onlar da var. 'Onlar' değil gerçi, yalnızca bir tanesi var. O da okuma yazma sökmüş bir tanesi ki, kitap yazıyor, kölelik koşullarını anlatıyor da, beyazların gözlerinden yaşlar dökülüyor, bu sayede siyahların özgürlüğünü iade etmek için çabalıyorlar. Evet kölelik ve tarihten silinmesi ile ilgili filmde geçen tek köle, o da 5-6 dakikalık rolüyle bu arkadaş.

Diğeri 12 Years a Slave. New York'ta özgür iken kandırılıp güneye taşınıp köleliğe satılan bu amcamızın hikayesinde de zenci cephesinde yeni birşey yok. Zaten amcanın da kölelikle bir derdi yok. Sadece kendi kıçını kurtarma peşinde. O da gelip geçen olabildiğince açık görüşlü sayılabilecek beyazlardan yardım isteyerek New York yolunu bulmaya çalışıyor. Fakat sistem kendi içinde öyle terörist ki, beyazlar köle sahiplerinin arkasından bir mektup yollamaya bile korkuyorlar. Sonunda sağolsun Brad Pitt mektubu yolluyor ve New York'tan birtakım başka beyazlar gelip taksiyle alıyor geri götürüyorlar amcamı.

Bir başka figür daha var ki buralarda Atatürkten beter bir sıklıkta anılıyor. Bolivar! Her şehirde adına en azından 3 bulvar 4 meydan ve 7 ilköğretim okulu var. Bunun üzerine bir de adı verilmiş 2 ülke var. Liberador deniliyor ki, ancak "özgürlüğe kavuşturan" diye çevrilir. Soy ağacı ne yerli ne zenci kanı karışmadan 30 kuşak öncesine kadar İspanya saraylarına kadar tertemiz takip edilebilen bu bembeyaz abimiz, güney amerikanın büyük bir bölümünün İspanyadan ayrılıp, kendi kolonyalist derebeylerinin sömürüsüne aktarılmasının mimarı. Köleliğe karşı ve demokratik, halktan yana duruşu olduğu söyleniyor. Köleliğe karşı duruşu çok şaşırtıcı birşey değil, çünkü zaten çağın trendi bu. Gerizekalı olmayıp gözünü açıp etrafına bakanlar,  sağda solda kolonilerde ve avrupa ülkelerinde teker teker köleliğin kaldırıldığını, çağın önlenemez bir biçimde bu yöne hareket ettiğini görebilirler. Ha bir de ilk özgür siyahların ülkesi Haitiden köleliğin kaldırılması sözüne karşı aldığı para ve silah yardımının da etkisi az değil köle karşıtı söyleminde. Demokratik, halk yanlısı duruşuna gelince, icraatlarına bakıldığında Obama'yı andırır biçimde, halka değil, kendini destekleyen sermayeye sadakatini koruduğunu görüyoruz. İsteyerek ya da zorunluluktan... Sonuçta İspanyanın kolonilerde köleliği kaldırması 1811, Bolivarın ÖZGÜRLÜĞE kavuşturduğu Gran Colombia'da yeni doğacak kölelerin çocuklarının özgür sayılacağını ilan etmesi 1821 (bu mevcut kölelerin ömrü yettiği kadar daha köleliğin devamı anlamına geliyor). Yani genel olarak önceliği köleliği kaldırmaktan çok, köleliği kaldırmış bir imparatorluğa karşı savaşmak. Hugo Chavezin çok sevdiği Bolivarcı Güney Amerika fikri eğer gerçekten Bolivarcıysa korkarım bunun tanımı; sermaye sahiplerine sadık, hak ve özgürlükler konusunda çağın ve bütün dünyanın oldukça gerisinde, gücün ve sermayenin beyaz nüfusun elinde toplandığı bir Güney Amerika olacaktır. Bunun için de zaten ekstradan bir mücadele etmeye gerek yok. Olduğu gibi bırakın, zaten gayet Bolivarcıyız.

Sonra Kolombiya'da Palenque'ye gidiyorum. Palenque'nin Davulları Festivali. Nedir bu Palenque? Köyün adı, ama bir değil pek çok köyün adı. Burada ayaklanan, ya da sadece kaçan kölelerin biraraya gelip kurduğu köyler, özgür siyahların savunma hattı. Kaçmak isteyenlere, kaçabilenlere sığınma olanağı. Tarım ve hayvancılık odaklı, coğrafi olarak olabildiğince zor erişilebilecek yerlere kurulu ve ne bulduysa onunla dişine kadar silahlı köyler. Ordunun üstlerine yürüdüğü, bazen yokettiği bazen de dön-geri kaçtığı köyler. İlk savunmaları, etraflarını çeviren duvarlarla değil, cangılla. Orada beni bir düşünce alıyor, acaba bu kölelerin özgürlüğünü Wilbur ve Brad Pitt vermedi mi?

Biraz araştırınca görüyorum ki, özellikle Brezilyada ve Genel olarak Güney Amerikada ve köleliğin olduğu heryerde bunun pek çok örneği var. ABD'nin güneyinde sayısız köle ayaklanması var. Plantasyonlarda silahlanıp, örgütlenip ayaklanan köleler var. Kölecilik sonuçta bir iş. Emeği bedavaya getirip karını olabildiğince artırmaya bakan bir matematik. Bu köleler bu kadar ayaklanınca da kar marjı oldukça düşüyor. Hatta özgür insanları maaşlı çalıştırmak köle isyanı bastırmaktan daha ucuza geliyor. Eğer köleler burada bu kadar ayaklanıyor ve sahiplerini ciddi sıkıntılara sokuyor olmasaydı, İngilterede Wilburların haberi bile olmazdı hiçbirşeyden. Beyaz adamın yepyeni sömürü olanakları anlamında dile getirdiği "Yeni dünya" gerçekten de yeni bir dünya oldu ve binlerce yıldır mezopotamyada ilk medeniyetten beri devam eden köleliğin sonunu burada, Amerika kıtasında kölelerin kendisi getirdi. Meselenin sonunu, gidişatın zorunlu yönünü gören Wilburlara da tabuta son çiviyi çakmak kaldı. Hikayenin gerçek kahramanlarının hakkını teslim etmek gerek.

Peki köleliğin kaldırılmasının bu şekilde resmedilmesi sadece raslantı mı? Yahut yönetmenlerin hayalgücü ve tarih bilgisi noksanlığı mı? Yoksa genel olarak isyanın, özgürlük mücadelesinin pasifist, hukuki düzeyde kalanını tercih ettiklerinden mi, köleliğin sonunun silahlanmış kölelerin cesaret ve fedakarlıklarıyla değil de İngilterede localarda beyaz entelektüellerin çay partisi tartışmalarıyla getirildiğini resmediyorlar? Gandhi'nin bu kadar yıldızlaştırılması ve bağımsızlık mücadelesindeki terörist ve silahlı örgütlerin, Hint silahlı kuvvetlerinin ağırlığının pek kimse tarafından bilinmemesi de bu tesadüflerden bir başkası.  Konuyla ilgili tarihçilerin üzerinde iyi kötü fikir birliği ettiği biçimde, bu kuvvetlerin Hindistan bağımsızlığının esas mimarı olmasına rağmen. Baskıcı kuvvetler, asilerini pasifist severler. Siz de Gandhi gibi, kimsenin kılına zarar vermeden dünya kamuoyuna oynayarak isyan ederseniz, bir gün siz de ormanda şirinleri görebilirsiniz. Üstelik bütün banknotlara da resminiz basılır. Dünya kamuoyunun ya da Birleşmiş Milletlerin maalesef herhangi bi yaraya merhem olduğunu görmedik. Avrupanın orta yerinde, 20. yüzyılın son dakikasında yaşanan katliama yıllarca seyirci kaldıkları gibi...

Julian Assange sağolsun ABDnin savaş suçlarını kanıtlayan dökümanları ifşa etti. Herkesin bildiği şeylerin kanıtlarıydı bunlar. Fakat yargılayacak bir üst merci yoksa kanıtın ne faydası var? ABDnin sebepsiz yere, sırf genel morali düşürmek için, ya da hatalı istihbarattan dolayı sivilleri katlettiğinin kanıtları Japonyada, Korede, Vietnamda, Irakta her zaman açığa çıkmıştı. Üstelik de savaşın sonrasında değil, savaş devam ederken ortaya çıkmıştı. ABD kamuoyunun buna tepkisi... açıkçası tepkisizlik olmuştu. Hikaye bir mezbahaya benziyordu. Japonlar, Vietnamlılar ve Araplar fiziksel ve geleneksel olarak o kadar yabancıydılar ve üstüne on kat daha yabancı resmediliyorlardı ki, mezbahada katledilen hayvanlardan pek farklı bir duygu yaratmadı bu görüntülerin açığa çıkması. Et yiyenlerin pek çoğunun midesi kaldırmaz mezbaha görüntülerini seyretmeyi. Ama sırf bu görüntüler yüzünden vejeteryan olmayı tercih edenlerin sayısı devede kulak kalır.

Politik-hukuki mücadelenin karşısında silahlı mücadeleyi öğütlemek, övmek değil niyetim. Olabildiğince objektif kalıp durum değerlendirmesi yapmaya çalışıyorum. ABD, WAR ON TERRORISM'de sıradaki durak olarak sizin ülkenizi seçtiğinde, şehirleri taş taş üzerinde bırakmadan bombalamaya başladığında kime başvuracaksınız? AIHM'ne mi? Gandhinin altına imza atılmayacak herhangi bir sözünü bulamıyorum. Fakat pilotların uçaklardan düşmanın(kurbanların) yüzüne bile bakmadan bomba attığı dönemler geride kaldı. Artık uçakların pilotu bile yok. Bombaladığı coğrafyaya bile yaklaşmasına gerek yok pilotun. Katliamı yapanlar askerler değil bilgisayar oyunu gibi oynayan kan ve yanmış bedenlerin kokusunu, bombanın patlamasının yarattığı tepmeyi ve sıcaklığı duymayan uzmanlar/mühendisler. "Bilmemkaçbin sivil ölü" sadece bir rakam. 'Bir' ile 'bin' arasında ise zaten nitelik olarak hiçbir bir fark yok. Bir Iraklı sivilin sırf Iraklı olduğu için öldürülmesini sindirebilen, omuz silkebilen insan, bininin öldürüldüğünü kanıtlayan belgeler karşısında da taktik meşrulaştırmayı yapabilir. Acıdığı yere vurmanın yollarını düşünmek, yaratmak gerek. Çünkü belli ki "vicdan" acıyan bir yerleri değil. Cüzdanlarına vurmak gerek. Netekim Vietnam karşıtı protestolar 67-69 arasında zirveye vardığı halde, ancak ABD'nin parası biterken Vietnamdaki direnişin bir türlü bitmek bilmemesi yüzünden 1973te geri çekilindi. Kimseye savaş karşıtı protestoların gereksizliğini öğütleyemem, ki protestolara katılmayı kendim de eksik etmem. Ama savaş karşıtı mücadelede farklı yöntemlerin aranmasının şart olduğu kuşku götürmez. Öte yandan Dronelarla bombalanan Afganlılara da ne pasifizmi ne de savaş karşıtlığını utanmadan önerebilecek yüzüm yok. Bütün ülke ve nüfus tarihteki benzerleri gibi silip süpürüldüğünde geriye "doğru olanı yaptınız" diyerek sırtını sıvazlayabileceğimiz kimse kalmış olur mu bilmiyorum. Doğrudan eylem derken, sadece eline silah alıp kurşun atmaktan bahsetmiyorum ki her savaşta olduğu gibi karşınızda generallerin üzerinize yolladığı saldıran milletin fakir-fukara çocuklarından başkası değildir. Ama savaş çok net biçimde kar amacıyla yapıldığından, kar odaklarına zarar vermek, savaşın bedelini yükseltmek en önemli mücadele yöntemlerinden biri olmalı.


Konu savaşın bedeli derken illa ki bedelliye gelip dayandı. Bedelli askerliği yatırmayı düşünürken bunu da aklının bir köşesinde tutmak gerek. İktidarın, saldırgan güçlerin savaşın parasını benim cebimden değil; kendi bilecekleri, bulacakları yerden çıkarmaları bunun da ülkenin toplumuna yapacağı ekonomik darbenin hissedilmesi ancak vicdansızın, umursamazın, konformistin "acaba bu fırlayan enflasyonun, benim paramın pul olmasının devletin silah harcamalarıyla bir ilgisi olabilir mi?" diye sormalarına (belki) yol açabilir.

Not: Palenque'ler zamanında bu savunmayı yapmışlar. Ama şimdi siyahi nüfus Nike-Adidas'ın köle-tüketicisi olabilmek için Chiquita'nın (aslında United Fruit Company) muz plantasyonlarında ücretli kölelik yapıyor. Yani özgürlüğü kazanmak yetmiyor, sürekli müdafaa etmek gerek. Çünkü onu tekrar bizden çalmak için durmadan yeni metodlar ve planlar icat ediyorlar.

Ek: Şimdi aklıma dank etti ki, roketatarlarla silahlanıp droneları düşürmenin, Gandhinin non-violence ilkesiyle çelişen hiçbir yanı yok. Oruç bozulmuyor yani.

Comments