derin yazı yazdım, istesem artis başlık koyarım ki.

Sistemin dışında mı, yoksa kenarında mı yaşayacağını, devrim yapmak değil devrim olmak için neler yapman gerektiğini sana söyleyemem. O yüzden zeitgeist'ın başında herkes eleştrilere hak verip, heyecanlanıyor. Sonunda bunca haklı eleştriyle insanın düştüğü umutsuzluğun altından çılgın hızlıtren projesi çıkınca geriye davaya inanan sadece gazetenin bilim-çocuk ekiyle ilgilenecek yaştakiler kalıyor. Herkesin yolu kendine ait, kimse kimseye özgürlüğün reçetesini veremez. Hatta yol bile gösteremez. Bir insanın diğerine özgürlük yolunda yapabileceği tek etki ilham ve cesaret vermek olabilir. O da onu izleme cesareti değil, yapılmamış olanı, kimsenin dediğini değil, kendi istediğini yapma cesareti ve kimsenin istediğini değil, kendi istediğini bulmak için ilham. Siddharta Buddha'nın bile karşısına geçip "aydınlandığına kalpten inanıyorum ama beni aydınlatabileceğini düşünmüyorum" diyor. Bilgeliğin tepesine ulaşmış olanın bile aslen kimseye gösterecek yolu yok. 

Peki özgürlük gibi, iktidar gibi, biber gazı ve toma gibi gerçekliklerin karşısında neden lafı Budaya dayadım? İktidar ve tahakküm sıvı, katı ve gaz halinde gerçek ve elle tutulamayacak sertlikte. O halde özgürlük de polis barikatının ardında aynı netlikte olmalı. Ama barikatın ardına geçtiğimizde de durum, bu taraftakinden farklı olmayacak. Çünkü bu mistik bir durum. Çünkü insanın otonomisini istiyoruz. İnsanın çeşitliliğini ve sınırsız potansiyelini istiyoruz. Hesap kitap işi olsaydı hepimize yetecek kadar ekmeği bölüşür, oturup kemirirdik. Bu bir ekonomi bilmecesi değil, bu bir şiir özlemi.

Bu yüzden biraz suratsız olduk. Bu yüzden hep sarhoş olduk. Çünkü kuruduk kaldık. Çünkü ÖZGÜRLÜK pankartları altında kırmızılı mavili haplar reçeteyle satılıyor.

Ama sevgili laik aydınlanmışlarım; gerçek sebebini görmüyorsunuz hasta olduğu anda modern tıbbı yatakodasına çağıran mümin zengini "çıkarları için dindar", fakirini ise "beyni yıkanmış" diye paketliyorsunuz. Onun çıkarları, ötekinin kandırılmışlığı ne kadar gerçekse de, onun ardında göremediğiniz birşey daha var. Eğitemediğinizden değil. Alternatifini sunamadığınızdan da değil. Alternatifini yaşayamıyorsunuz ki sunabilesiniz! Mutluluğunuz zorlama, kahkahanız sahte. En müthiş galerileri gezmenin, senfoni dinlemenin, süper şarapları tatmanın ve bunun gibi ruhun bütün inceltilmiş zevklerinin biraraya konması bile insanın içini "öbür dünya" gibi basit bir masala inanmak kadar doldurmuyor. Sözkonusu sanatçının, politikacının, düşünürün ve bunun gibi pek çok tanrı için değil insan için yaşamış zevatın öldükten yüzyıllarca sonra hatırlanıyor olması, eğer onların da kemikleri diğer herkes gibi çürüyüp gidiyorsa, ünlerinin tadını çıkaramıyorlarsa hiçbirşeye yaramıyor. Ölüm korkusuna çare olmuyor. Ancak filozofun, ölümden sonra okunacak olduğunu, dünyada izi kaldığını bilmesinden duyduğu derin "ruhsal" tatmin kalıyor... azizlere yaraşır, insanlara faydasız.

"Eskiden gelişigüzel ölüyordunuz, şimdi herşey sırayla" (Camus)

Mozart bir ihtimal kendini müzikte kaybedip ölümü unutmuş olabilir. Ama öylesi ancak dehanın işine yarar. Çünkü müziğinin kendinden sonra yaşayacağı fikri ancak ufak hesapçılara züürt tesellisi olur. Müzik de hesapla yapılmaz. Dinin karşısına konabilecek olan fikir ancak ölümü unutarak mümkün olabilir. Laik, pozitivist medeniyetimizin bütün organları ise ölüm korkusu üzerine kurulmuştur. Hayatın anafikri şudur: Ölene kadar hayattasın, ne kadar yersen o kadar. Bundan ancak belki bazı deliler ile kendini uğraşında kaybedecek dehalar muaftır. Halbuki dünü ve yarını unutup bugünü yaşama potansiyeli, özgürlük potansiyeli her sıradan insanda vardır. Çünkü her insan sıradışıdır. Medeniyet ise sizi zırt pırt kuyruğa sokar. Her bir köpek, her bir kuş sürü içinde kendine has farklılıklarıyla yaşarken, insan mahallesindeki herkesle birebir aynı şeyleri yapmayı kendine reva görmüş tek "düşünen" yaratık olmakla, gerektiğinde de kendini içine soktuğu düğümden çıkabilmek için bankada, elektrik idaresinde, otobüs durağında, sınır kapısında, devlet dairesinde, tiyatro girişinde ve teknomarket açılışında "sıraya girebilme" yetisiyle övünür.

Dolayısıyla ÖZGÜRLÜK için ilk hareket sıradan çıkmaktır. Sıradan çıkıp nereye gireceğini ben söylemeyeceğim, ama biliyorum zaten beni anladıysan; sen de sormayacaksın.

Comments